BİNİLEN DAL'IN KESİLMESİ ve FİNCANCI KATIRLARINI ÜRKÜTÜR İSEN...
Adamın birisi, at üstünde ormanda ilerlerken, kulağına bir türkü sesi gelir. Kaba boydan söylenen Türkü’nün sözleri de dikkatini çeker.
Türkü sesinin geldiği yere yaklaşır ki, bir ağaç üstünde bir adam, elinde testere, hem kalın bir dal kesiyor ve hem de Türkü söylüyor.
Atının durdurup, söylenenleri dinler.
Bir kuru balçıktan geldi dünyaya.
Bütün, secde kıldı melekler ona.
O da buğday yedi, uydu Havva’ya.
Değdi 1000 yaşına Adem de göçtü.
İnsanlar azdılar gelmez imana.
Çok nasihat etti ol azgınlara.
Doğruldu gemisi Cudi Dağına
950 Yaşında Nuh geldi geçti…
Çoktur bu arada konup ta göçen.
Yaşı 345 Hülleler biçen.
Hakkın emri ile makama geçen.
İdris Peygamber de gelip te göçtü.
İsmail’in kollarını bağladı.
Kan doldu gözleri pek çok ağladı.
Hak lisan verdi de bıçak söyledi.
175 Yaşında İbrahim göçtü…
Asi değil nergis gözün bağladı.
İblis geldi annesine söyledi.
Hak sevgili koçun kurban eyledi.
137 Yaşında İsmail göçtü...
Şahsı tutar pederinin rengini.
Şam Kenan buldular Peygamberini.
Yakup oğlu tuttu onun yerini.
180 Yaşında İshak ta göçtü.
Söyler oğulları hilaf sözleri.
Geldi kanlı gömlek tutmaz dizleri.
Ağlamaktan görmez oldu gözleri.
140 Yaşında Yakup’ta göçtü…
Meşakkatten kuyulara atıldı.
Köle oldu, pazarlarda satıldı.
Takdir öyle idi mekânın buldu.
110 Yaşında Yusuf’ta göçtü.
Türkü sözleri dikkatini çekince, biraz daha yaklaşır, yine söylenenleri, pür dikkat dinler.
Attılar nehir’e sandığı kanda.
Firavun büyüttü, düşmanın anda.
Konuştu Hak ile Tuğru Sina’da
120 Yaşında Musa’mda göçtü…
İsa Peygamber okur İncil’den.
Şaşırma Allah’ım sen doğru yoldan.
Babasız doğdu da, o da Meryem’den.
33 Yaşında Mekâna uçtu…
Evvelimiz Âdem niceler geçti.
Ayet ayet Kur’an kime erişti.
Mümin olanlara doğru yol açtı.
63 Yaşında Muhammet göçtü.
Ağaç dalı üstündeki adama seslenir.
— Kolay gelsin. Hep ölümlü beyitler, nereden aklına geldi?
— Sağ ol. Şu dala çıkarken bile zorlandım. Hâlbuki ben en üst dala, beş harekette çıkardım.
— Bundan kereste çıkmaz, o dalı kesip ne yapacaksın?
— Hem ağaçları budayıp, güçlendiriyorum ve hem de kışlık odun tedariki için, bugün ormana geldim. İlkbaharda kesersen, yaz döneminde kuruyor. Kışın daha iyi yanıyor. At üstünde, senin yolculuk nereden nereye?
— Manisalıyım. Çukurova’ya doğru gidiyorum. Yolculuk uzun. Yalnız dikkatimi çekti. Kestiğin dal’ın üzerinde oturuyorsun. Böyle devam edersen, birazdan düşer, öbür dünya’ya çok daha erken gidersin.
Der iken, dal kırılır ve Nasrettin Hoca da, yere düşer.
Hoca biraz toparlanır. Adam yanına yardıma gider. Kalçasında ve kolunda biraz acı vardır ama çok etkileyici bir kırık veya ezik olmadığı anlaşılır. Nasrettin Hocanın eşeği de, dal’ın kırılma çatırtısı ile birlikte ortaya çıkar, yanlarında onları izlemektedir.
Nasrettin Hoca, durumunun iyi olduğunu anlayınca, adama dönüp;
— Yoksa sen Hızır Aleyhisselam mısın? Benim o daldan düşeceğimi bildin.
— Bunun Hızır Aleyhisselamlık ile ne ilgisi var? Kestiğin dal üzerine oturmuşun. Düşeceğin belli.
Nasrettin yutkunur; “Seni bana Allah gönderdi. Belki düşüşümü yavaşlattın. O daldan düşeceğimi bildin. O zaman ne zaman öleceğimi de bilirsin."
Yolcu adam içinden, “Çattık Belaya” diye düşünür. Nasrettin'e dönüp;— Ben Hızır Değilim. Manisalıyım.
— Olsun. Hızır, Manisalı da olur. Semerkantlı da, Ulanbaturlu da. Dünyanın her yerinden, her ilinden olabilir. Hızır olduğunu da söylemez. Ben anladım. Sen Hızır Aleyhisselamsın. Bana bir iyilik yap, ne zaman öleceğimi söyle. Ben de ona göre hazırlıklı olayım.
Bu arada eşek anırmaya başlar. Anırırken de osurur.
Nasrettin Hoca adama döner; “Bak, o da anladı senin kim olduğunu.”
Yolcu, atına biner.
— Sen Kasaba’ya giderken, şu tepeyi aşacaksın. Öyle mi?
— Bak onu da bildin.
— Tabi bileceğim. Gelirken, oradan geldim. Öbür cepheden çıkış o kadar zor değil ama bu tarafa iniş eğimi fazla. Sen şimdi eşeğe, bir de kestiğin dalları yükleyeceksin. Eşek, o bayırda çok zorlanacak. Şimdi iyi dinle. Eşeğinin ilk osurduğunda, can’ın dizine gelecek. Çünkü yüklü eşeğe binemeyeceğin için, o yokuşu sen de yürüyerek, eşeğinin yanında çıkacaksın. Eşeğin ikinci osurduğunda, canın dizinden, beline gelecek. Üçüncü osurduğunda, canın çıkacak ve öleceksin. Hadi bana eyvallah…
Deyip, Nasrettin’in cevap vermesine fırsat vermeden, atını mahmuzlar. Yoluna devam eder.
Nasrettin Hoca’nın kafasına takılan bir – iki yer olur ama yolcu uzaklaştı. Eşeğe, kestiği dalları yükler. “Ne olur, Ne olmaz?” Fazla ağırlık binip, bayırı çıkarken, -eşek osurmasın – diye de, yandan, dallar biraz yerde sürünecek şekilde bağlar. Yola revan olur.
Yokuşa gelince, bir süre gider. “Eşek osurmadı!” Diye düşünürken, eşeğin ilk osuruk sesi duyulur.
Nasrettin Hoca, ayaklarından, diz kapaklarına kadar bir uyuşukluk hisseder; “Yoksa adam, gerçekten de Hızır mı idi?” diye, içinden de bir korku başlar.
Eşeğin biraz daha yavaş gitmesi için, yularından tutup, önünde yürür. Buna rağmen, yokuşun orta yerinde, eşek bir kez daha osurmaz mı!
...
GEÇİCİ EK NOTLAR :
NASRETTİN HOCA'nın bu anlatısının,YAZIMININ GECİKME NEDENİ
Yine bu anlatı orijinaline göre, Nasrettin Hoca’nın mevtası (cesedi) Caminin yıkanma ve kefenlenme bölümünde bekler iken, yanına gelen oğluna Nasrettin göz kırpar, kimse görmeden yanına gelmesini işaret eder.
Orada Nasrettin “Madem bu işe başladık. Sonunda da bir işe yarasın. Defin işleminden sonra, Münker ve Nekir diye iki melek, mezarda sorguya gelirmiş. Ben onlardan ilk sorguları ne oluyor? Neler soruyorlar? Bunları öğreneyim. İnsanlar, mezara bunları öğrenerek gitsinler. ” Deyip, arkasından, gömülürken yapılması gereken bir talimat veriyor. …ve sabah erkenden gelmesini, kendisini mezardan çıkarmasını söylüyor.
Yıkanma, kefenlenme ve defin işlemi hakkında, o dönemki uygulamalarla ilgili, biraz ayrıntı bilgiye ihtiyacım var.
Bununla ilgili, kaynak bulma, bilgi ve sohbetine ihtiyacım olan kişilerle görüşmeye ihtiyacım var. ..da benim kafamda dinç değil. Öyle kişileri de biliyorum. Bu bilgiler elimde olmadığı için, bu anlatının yazım işlemini biraz geciktiriyorum.
Anlayışla karşılamanızı dilerim.
Not : Belki o bölümler, toplam 2 -3 satır olacak ama, gerçeğine uygun veya yakın olsun.
---Nasrettin Hoca, tabuttan kafasını uzatıp, "Sağlığımda şu yoldan giderdim." sesi duyulur ama söyleyenin Nasrettin olduğu anlaşılmaz. Ve gömülür. Gece mezardan çıkar. O sırada oradan geçmekte olan Bezirganların Kervanındaki (Seyyar Tüccar) Fincancı katırlarını ürkütür. Tüm Porselen Fincanlar kırılır. Bezirganlar, Nasrettin'i dövmek isterler, ellerinden zor kurtulur.
Kasaba sakinleri; "Hoca öbür dünyaya gittin - geldin. Orada neler var?" deyince, "Fincancı Katırlarını ürkütmez iseniz, bir şey yok." der.
NASRETTiN HOCA
Saturday, August 4, 2012
NASRETTiN HOCA ile RUS KIZI NASTYA !
Dönem, o dönem.
Bir Rus Heyeti, Beyşehir Gölü’nde inceleme yapmak için, Beyşehir’e gelirler.
Heyet beş kişiden müteşekkildir. Bir de Türkmenistan’dan gelen Tercüman ve Beylik'ten gelen bir yetkili ile, yedi kişidirler. Bunlar dışında, heyet başkanının aile bireyleri de (eşi, kızı, oğlu) Beyşehir’dedirler ama onlar bu incelemelere pek katılmayıp, daha çok, Akşehir, Beyşehir, Isparta gezilerine katılırlar. Heyet Başkanı da, Kazak aksanı ile Türkçe bilmektedir.
İnceleme heyetindeki uzman, olgun yaşta bir kız, bol eteğini yukarı kaldırarak göle girer. Hoca, Türkmen tercüman ile konuşurken, bir ara gözü kayar.
Tercüman'a sorar. "Bu hangisinin hanımı?"
Aldığı yanıt : "O kız bekâr, bu su işinin ana uzmanlarından birisi de odur." olur.
Etek ıslanır, kızın bacaklarına yapışmaya başlar. Hoca içinden bir “Fesuphanallah!” çeker. Bekâr olduğunu öğrenince, biraz daha rahat, istemese de, iki de bir de yer değiştirip, göz ucu ile, bakabileceği en uygun noktaya geçer.
O yıllarda Türkiye’de giyim kuşam, daha da kapalı ve muhafazakâr. Tercüman, bunda ki hareketlilik, yerinde duramama nedenlerini anlar. Nasrettin ile zaten kısa sürede bir birlerine ısınmış ve samimi olmuşlardır.
Nasrettin Hoca’ya;
- Daha ilerilerden numune alınacak, ben Nastya ile konuşayım.
Cümlesini tamamlamadan Nastya’ya seslenir.
- Sana yardıma Nasrettin’i gönderiyorum.
Hoca şaşkın. “Ben Şalvar lamı gireceğim?”
- Yok, Şalvar değil de, altta şort yok mu?
- Altta uzun donum var ama ben girmem!
Direnirse de, Nastya’nın ne dediğini anlayamadığı ısrarlı daveti ile kendine hâkim olamayıp, pantolonu çıkarıp, göle doğru koşar. Nastya biraz daha ileri gitmiş, su tam kalça kıvrımında, diz boyunu aşmış, eteğini bırakmış, bol etekte şişmiş, belden aşağı bazı bölümler yapışmış halde iken, Nasrettin yanına varır. Vazifeye odaklanmış, talimat bekliyor ama ne dediğini anlayamıyor.
Nastya, elindeki numune kablarından boş olan ikisini hocaya verip, parmağı ile beş işareti yapar. Dolu ama göl üzerine bırakılınca batmayan, küçük numune kabını da kenara bırakıp, metre işaretini yapar. Nasrettin anlar ki; beş’er metre ileriden su numunesi alacak. Taslar ile birlikte ileri giderken, Nastya’da gölün kenarına çıkar. Hoca numuneleri almış, kenara Nastya’nın yanına doğru gelmektedir. Vakit akşamüzeri ve güneş tam Nastya’nın arkasında. Su derinliği azalınca, üzerindeki donun tenine yapıştığını görüp, hızını artırarak bir an önce sahile varır. Numuneleri Nastya’nın önüne bırakıp, koşarak hemen pantolonunun yanına varır. Şalvarını, ıslak don üzerine giyip, tekrar toplanılan yere döner.
Numuneler üzerleri numaralandırılmış, cam kavanozlara aktarılır. Hep birlikte, at arabası ile ilçeye girerler. Nastya eteğini değiştirmiştir. Hoca’nın ise, şalvar ıslak. Hoca arabadan iner. Nastya Rusça; “Nasrettin, Yarın yine seni bekliyoruz. “ diye seslenir. Tabi tercümanda hocaya bunun Türkçesini söyler.
O civarda olanlar, Nasrettin’in çevresine toplanırlar.
— Nereden geliyorsunuz?
— Göl’den numune aldık.
— Senin şalvar neden ıslak?
— Göle numune almaya girdim.
— Numuneleri yalnız sen mi aldın?
— Bayan ile birlikte girdik!
— Onun üzerinde ne vardı?
— Eteği.
…
İlçede söz yayılır.
Nasrettin Hoca, Rus Kızı ile birlikte göle girmişler. Kız eteğini kaldırarak girmiş, Hoca don ile…
…
Hoca eve gidip, acele ile donunu değişip, evden çıkıp, ayakkabıcıya koşar.
- Benim sana sipariş verdiğim yemeni’yi yarın’a yetiştirebilir misin?
Daha ertesi gün’e olabileceği cevabını alır.
Askerliğini denizci olarak yapmış birisine gider ve göle girmek için, don’dan daha iyi bir çözüm yolu bulmak için, görüş alır.
Eve dönünce, çevrede konuşulanları duyan, haberdar olan hanımları, bunu ortaya alırlar.
Her birisi ayrı bir soru yöneltirler.
Nasrettin bunlara uygun cevapları verir.
Ertesi sabah, beklediğinden biraz daha erken saatte, at arabası Nasrettin’in evinin önüne gelir. Ve Hoca’ya seslenirler. Hanımların üçü birden, pencereye koşarlar. Perde aralığından dışarı bakarlar. Rus Kızı arabadadır ve güzel de bir kız.
Hoca, bayram elbiselerini giymiş halde evden çıkar. Arabaya biner. Nastya yanında yer açar ve hocayı yanına oturtur. Araba hareket eder.
Heyettekilerin hepsi, Nasrettin’in üç evli olduğunu öğrenmişlerdir.
…
O günkü çalışma daha çok suyun yıllık artış ve azalış oranlarını incemedir.
Heyetin diğer üyeleri çalışırlar. Bunlar kenarda biraz sohbet etme imkânı bulurlar.
Nasrettin’in “üç hanım” konusu açılır. Bazen ciddi, bazen esprili Nasrettin bu konularda merak edilenleri cevaplar. Nastya, kendi hayatından da söz eder. Doğa Araştırma Merkezi’nde çalışmaktadır. Üniversiteden mezun olalı 8-10 yıl olmuştur Halen dönem dönem eğitim almaktadır. Sevdiği bir kişi vardır.
Bunu şöyle özetler:
- Votkayı biraz fazla kaçırması dışında bir kötülüğünü bulamadığım, ha bir de evlilik hazırlıklarını hep ertelemesi dışında kötülüğünü bulamadığım, sevdiğim bir kişi var. Sizdeki “Sözlü” den daha ileri, yıllardır “nişanlı” gibiyiz.
Bu son anlatılanlar, Nasrettin’i etkiler. Nasrettin’in Nastya’ya bakışı, yaklaşımı ve sorularının tonları da değişir. Daha olgun ve “sahipli” bir kişi ile sohbet ettiğini anlayınca, kendi hayatı ve evlilik hayatı ile ilgili konularda da biraz daha rahat cevaplar vermeye başlar.
Artık önceki ilgi, arkadaşlığa dönüşmektedir.
Nastya, nişanlısı ile birlikteliğinin kısa nedenlerini anlatıp, evlenince de, mutlu olabileceklerinden emin bir tavırla, onun da şu anda kuzey kutbunda incelemeler yapmak için seyahatte olduğunu söyler. Kelimelerinde sevgi artı güven vardır. Biraz da hayranlık ve özlem gizli gibi.
Nasrettin de kısaca, ilk hanımı ile evlilik hikâyesini anlatır.
“Çocukluk döneminin bitişi de denilebilir. Oyun oynarken bir gün, diğer oyun arkadaşlarından kopup, tenha bir köşeye geçtik. Omu beni çekti veya ben mi onu, halen bilemiyoruz. Saklambaç, kovalama, yakalama türü bir şeydi. Yakaladığımda, ben biraz belden üst, bir yerlerine dokundum. – dokunuyordum. Çevrenin dikkatini çekmeden, dereye gittik. Bu bölümü iyi hatırlıyorum. Belden aşağı dokundurtmadı ama belden üstü serbest bırakmıştı. Ondan sonra, evlilik konumuz gündeme gelene kadar, yıllar boyu birbirimiz ile hiç ilgilenmedik. Daha doğrusu, öyle bir niyetle baş başa hiç kalmadık. Kalmak içinde ortam yaratmadık.
Ben medresede -eğitimde olduğum yıllarda, ilçemizden bir başka kız severdim. Düşlerim hep o kız ile, onunla süslü idi. Bizde evlilik yaşı, o yıllarda daha da düşüktü. Dünürcüleri oldu ve hepsini geri çevirdi. Ben de eğitimimi tamamladıktan sonra, böyle bir isim koymayı diliyordum. Tabi evlenmek istiyordum. Medresede ziyaretime gelen bir yakın akrabam, başka bir kızdan bahsetti. Ekonomik olarak ta ilçenin en iyilerinden. Ben de, akrabamın da tanıdığı diğer kıza ilgimi anlattım. Düşüncelerimi söyledim. Akrabam ilçeye dönüşünde, “yemez – içmez” bunu çok kişiye anlatır. Kız verimkâr olan, kızları ile benim ile evlenmemi isteyen ailede, bu durumu, gurur vesilesi yapar. “Biz kızımızı vermek istedik, Nasrettin istemedi, almadı!”
Sevdiğim kızın ailesine ve kıza çeşitli seçenekler sunarlar. Benden haber beklenir ve ben medrese, tahsil derdindeyim. Hiç olmayacak birisi ile, o kızın evlenmesini sağlarlar. Sevdiğim kız, başkası ile evlenir.
Kasabada bir düğünde, eski aşkım kız oynarken, seyrettim uzaktan. Dönüşte, çeşme başında ilk hanımımı gördüm. Ve yine, hangimiz yönlendirdi bilmiyorum. O dereye birlikte gittik. Artık ikimizde çok büyümüştük. Onun isteyeni az oldu herhalde ki, halen evlenememişti. Aramızda mesafe var. Karşılıklı oturduk. Biraz sohbet ettik. “Senden başka hiç kimse ile bu dereye gelmedim ve senden başka hiç kimse daha bana dokunmadı.” Dedi. Tekrar bir araya gelmedik. Bir ay sonra evlenme kararı aldım.
O günden bu yana, üstüne de iki kız almama rağmen, halen benim en yakınım o dur.”
Ve daha sonra, Nastya’nın fazla meraklandığını - merak ettiğini görünce, “Benim hanım çok güzel, koyun etinden tandır kebabı yapar. İşe ara verildiği bir gün, (Türkmen Tercüman’ı) göstererek, birlikte konuğum olunuz. Bahçedeki ocakta, hanınım yapacağı bir tandır kebabını birlikte yiyelim. Hem de aile bireylerimi daha yakından tanımış olursunuz.
Tabi bu davet memnuniyetle kabul edilir. Uygun bir gün beklenilecek, bir gün öncesinden haber verilecektir.
Heyet üyeleri Nasrettin’i çağırırlar. Hep birlikte, diğerlerinin yanına varılır.
Bazı denemeler ve daha sonra gelince kontrol için, üç adet küçük havuza ihtiyaç vardır.
Bunu en iyi ve kısa sürede kim yapabilir? İlçede usta kimler var? Nasrettin’e sorarlar.
Nasrettin; “Benim bağ evini de yapan Laz Uşakları (*) şu an ilçedeler. Onlar tam istediğinizi yaparlar. Şimdi burada bir ev yapıyorlar. O inşaata kısa bir ara vermeleri lazım.”
O gün gölden biraz erken ayrılırlar ve Hoca’nın evinden önce, bahsi geçen inşaata uğrarlar. Ustaları bulurlar. İhtiyaçları olan havuz detaylarını anlatırlar. Ustalardan birisi; “Bu işin, hangi uygun malzemeden olacağını ve istediğiniz teknik özellikleri de sağlayacak, Kayseri Muncusun’lu bir taş ustası arkadaşımız da var.” Deyip, onu da görüşmeye katarlar. Nihayet bu havuzun “kabala” yapımını da üstlenirler.
…
Akşam, hocanın evi rahatlamıştır. Hanımların hepsi, “Rus Kızı nişanlı imiş” diye, sadece birbirlerine söylemekle kalmaz, çevreye de bu haberi yayarlar.
…
Ertesi gün, kafile başkanı Nasrettin’e bir konuyu aktarır. “Kızıma Isparta’da bir kuzu hediye etmişler. Bunu mutlaka Rusya’ya götürmek istiyor. Gidene kadar, bu kuzu senin bahçende kalabilir mi?” Aldığı cevap olumlu olur.
Ve yine o gün, Lazlar Nasrettin Hoca’ya gelirler. “Biz ilçe'de bir iş aldık mı, yemeği de işverene ait olur. Bu kabala iş'te, işverenin yemek verme imkânı yok. Bizim dışımızda, yanımızda adamlar çalışacaklar. Ayrıca bir de yemek yapamayız. Bizim arkadaşların iş yaptıkları yerlerden, yemeklerini en çok beğendikleri sizin ev. Hanımınız kabul ederse, verdiğimiz sayıda kişiye yetecek yemeği hazırlasınlar. Kapıdan, biz çocuklara aldırırız. Uygun ücretini de toptan öderiz. "
Akşam, her iki konuyu da Nasrettin, diğerlerinin yanında büyük hanımına açar.
Hanımının cevabı; “Şimdi biz, heyet başkanının hanımı ve kızı ile de tanışmış olacağız. Senin şu yemek davetine, bunları da katmak zorundayız. Misafir, kısmeti ile birlikte gelir. Kısaca, yemek davetinde iki kişi değil, tüm heyet ve heyet başkanının ailesi olacak. O gün, koyun kesmemiz lazım.
Göldeki inşaat süresince, yemek yapma konusunda da, seni utandırmayız!"
Tüm hanımlar da bu görüşü onaylarlar.
…
Göldeki çalışmaların normal akışta tamamlanmasına yakın, sözü geçen davet verilir.
Katılımcılar; Konuk heyetin tamamı, başkanın ailesi, Laz Usta ve Muncusun’lu Taş Ustası da vardır.
O günlerde, ilçede sünnet düğünü yapmaya gelen, Kırşehir Abdalları Saz Ekibi, düğün arasında bir saatliğine, düğün sahibinin izin ve jesti ile bahçeye gelirler. Çalgıcılar, hem Anadolu ezgileri ve hem de oynak havalar çalarlar. Gecenin en enteresan anısı ise, Heyet Başkanı ve hanımı, Nasrettin Hoca ve Nastya’nın, dörtlü çiftetelli oynamaları olur. Nasrettin’in hanımları da bunlara, kenardan, alkışlarla tempo tutarlar.
Yemek bitiminde, heyet başkanının teşekkür konuşmasından sonra, Nasrettin Hoca söz alır. Önce, hanımlarına açık teşekkür eder. Arkasından, böyle iyi insanlarla bahçesinde, Tanrı Nimetleri’ni paylaşma fırsatı verdiği için, Allah’a Şükreder.
Konuşmasını şu cümlelerle tamamlar:
"Bir Köyde, bir kasabada, bir şehirde, bir ülkede, bir kıtada, tüm insanların iyiliği için, çalışan, düşünen, bunları özleyen iyi insanlar vardır. Bunların kafaları, gönülleri hep iyi yönde çalışır. Bir de bunun tersi olanlar vardır. Köyünde, kasabasında, ilinde, ülkesinde bazı insanların kötülüğünü isteyenler. Hep bunun için çalışanlar, bunun için düşünenler. Allah bunların kötülüklerini fazla bulunca, haddi aştıklarını görünce, yüreklerinde bazı bölümlerin pencerelerini bu dünyada kapatmıştır ki, öbür dünyada “kul hakkı” ile karşıma gelenler, af dilemeye neden bulamasınlar diye.
Bugün, ülkemin ve bir komşu ülkenin çeşitli illerinden – bizim gölümüzü iyileştirme için - gelen bu iyi insanları, bu küçük bahçede bir arada bulunduran ve tatlı anlar yaşatan Allah’ım. Sana Çok Şükürler olsun. Anadolu’da kazananlar hep, tüm insanlığı, Anadolu bahçesinde mutlu olarak görmek isteyenler olsun. Anadolu, dönem dönem bu insanların buluşma noktası olsun.”
28 Eylül 2011 Çarşamba.....
(Başka dile çeviri yapanlara not : )
"LAZ UŞAKLAR" Bir deyimdir. Çok kullanılır. Lazlar'da "Bizim Uşaklar" derler.
Cesur, yaptığı işi iyi yapan, becerikli, sözünün er'i anlamındadır.
Çeviri yaparken bunu, sözlükteki "UŞAK" ile karıştırmayınız.
LAZ ÇOCUKLAR - LAZ GENÇLER veya "LAZLAR" diye çevirmek daha doğrudur.
LAZ = Türkiye'nin daha çok Karadeniz kıyısında yaşayan, bir Türk etnik grup.
Buradaki Türk deyimi, Türkiye Cumhuriyetini, "Birlikte Kuranlar" anlamındadır.
Etnik olarak Türk veya değillerse bile, Türklerle tam bütünleşmiş ve Türkiye'nin en iyi müteahhit ve yatırımcılarının olduğu bir grup. Kısaca, Karadeniz iklim özelliklerini taşıyan, biraz hızlı düşünüp, hızlı hareket eden ve Anadolu'da çok sevilen, güvenilen insanlar.
Bir Rus Heyeti, Beyşehir Gölü’nde inceleme yapmak için, Beyşehir’e gelirler.
Heyet beş kişiden müteşekkildir. Bir de Türkmenistan’dan gelen Tercüman ve Beylik'ten gelen bir yetkili ile, yedi kişidirler. Bunlar dışında, heyet başkanının aile bireyleri de (eşi, kızı, oğlu) Beyşehir’dedirler ama onlar bu incelemelere pek katılmayıp, daha çok, Akşehir, Beyşehir, Isparta gezilerine katılırlar. Heyet Başkanı da, Kazak aksanı ile Türkçe bilmektedir.
İnceleme heyetindeki uzman, olgun yaşta bir kız, bol eteğini yukarı kaldırarak göle girer. Hoca, Türkmen tercüman ile konuşurken, bir ara gözü kayar.
Tercüman'a sorar. "Bu hangisinin hanımı?"
Aldığı yanıt : "O kız bekâr, bu su işinin ana uzmanlarından birisi de odur." olur.
Etek ıslanır, kızın bacaklarına yapışmaya başlar. Hoca içinden bir “Fesuphanallah!” çeker. Bekâr olduğunu öğrenince, biraz daha rahat, istemese de, iki de bir de yer değiştirip, göz ucu ile, bakabileceği en uygun noktaya geçer.
O yıllarda Türkiye’de giyim kuşam, daha da kapalı ve muhafazakâr. Tercüman, bunda ki hareketlilik, yerinde duramama nedenlerini anlar. Nasrettin ile zaten kısa sürede bir birlerine ısınmış ve samimi olmuşlardır.
Nasrettin Hoca’ya;
- Daha ilerilerden numune alınacak, ben Nastya ile konuşayım.
Cümlesini tamamlamadan Nastya’ya seslenir.
- Sana yardıma Nasrettin’i gönderiyorum.
Hoca şaşkın. “Ben Şalvar lamı gireceğim?”
- Yok, Şalvar değil de, altta şort yok mu?
- Altta uzun donum var ama ben girmem!
Direnirse de, Nastya’nın ne dediğini anlayamadığı ısrarlı daveti ile kendine hâkim olamayıp, pantolonu çıkarıp, göle doğru koşar. Nastya biraz daha ileri gitmiş, su tam kalça kıvrımında, diz boyunu aşmış, eteğini bırakmış, bol etekte şişmiş, belden aşağı bazı bölümler yapışmış halde iken, Nasrettin yanına varır. Vazifeye odaklanmış, talimat bekliyor ama ne dediğini anlayamıyor.
Nastya, elindeki numune kablarından boş olan ikisini hocaya verip, parmağı ile beş işareti yapar. Dolu ama göl üzerine bırakılınca batmayan, küçük numune kabını da kenara bırakıp, metre işaretini yapar. Nasrettin anlar ki; beş’er metre ileriden su numunesi alacak. Taslar ile birlikte ileri giderken, Nastya’da gölün kenarına çıkar. Hoca numuneleri almış, kenara Nastya’nın yanına doğru gelmektedir. Vakit akşamüzeri ve güneş tam Nastya’nın arkasında. Su derinliği azalınca, üzerindeki donun tenine yapıştığını görüp, hızını artırarak bir an önce sahile varır. Numuneleri Nastya’nın önüne bırakıp, koşarak hemen pantolonunun yanına varır. Şalvarını, ıslak don üzerine giyip, tekrar toplanılan yere döner.
Numuneler üzerleri numaralandırılmış, cam kavanozlara aktarılır. Hep birlikte, at arabası ile ilçeye girerler. Nastya eteğini değiştirmiştir. Hoca’nın ise, şalvar ıslak. Hoca arabadan iner. Nastya Rusça; “Nasrettin, Yarın yine seni bekliyoruz. “ diye seslenir. Tabi tercümanda hocaya bunun Türkçesini söyler.
O civarda olanlar, Nasrettin’in çevresine toplanırlar.
— Nereden geliyorsunuz?
— Göl’den numune aldık.
— Senin şalvar neden ıslak?
— Göle numune almaya girdim.
— Numuneleri yalnız sen mi aldın?
— Bayan ile birlikte girdik!
— Onun üzerinde ne vardı?
— Eteği.
…
İlçede söz yayılır.
Nasrettin Hoca, Rus Kızı ile birlikte göle girmişler. Kız eteğini kaldırarak girmiş, Hoca don ile…
…
Hoca eve gidip, acele ile donunu değişip, evden çıkıp, ayakkabıcıya koşar.
- Benim sana sipariş verdiğim yemeni’yi yarın’a yetiştirebilir misin?
Daha ertesi gün’e olabileceği cevabını alır.
Askerliğini denizci olarak yapmış birisine gider ve göle girmek için, don’dan daha iyi bir çözüm yolu bulmak için, görüş alır.
Eve dönünce, çevrede konuşulanları duyan, haberdar olan hanımları, bunu ortaya alırlar.
Her birisi ayrı bir soru yöneltirler.
Nasrettin bunlara uygun cevapları verir.
Ertesi sabah, beklediğinden biraz daha erken saatte, at arabası Nasrettin’in evinin önüne gelir. Ve Hoca’ya seslenirler. Hanımların üçü birden, pencereye koşarlar. Perde aralığından dışarı bakarlar. Rus Kızı arabadadır ve güzel de bir kız.
Hoca, bayram elbiselerini giymiş halde evden çıkar. Arabaya biner. Nastya yanında yer açar ve hocayı yanına oturtur. Araba hareket eder.
Heyettekilerin hepsi, Nasrettin’in üç evli olduğunu öğrenmişlerdir.
…
O günkü çalışma daha çok suyun yıllık artış ve azalış oranlarını incemedir.
Heyetin diğer üyeleri çalışırlar. Bunlar kenarda biraz sohbet etme imkânı bulurlar.
Nasrettin’in “üç hanım” konusu açılır. Bazen ciddi, bazen esprili Nasrettin bu konularda merak edilenleri cevaplar. Nastya, kendi hayatından da söz eder. Doğa Araştırma Merkezi’nde çalışmaktadır. Üniversiteden mezun olalı 8-10 yıl olmuştur Halen dönem dönem eğitim almaktadır. Sevdiği bir kişi vardır.
Bunu şöyle özetler:
- Votkayı biraz fazla kaçırması dışında bir kötülüğünü bulamadığım, ha bir de evlilik hazırlıklarını hep ertelemesi dışında kötülüğünü bulamadığım, sevdiğim bir kişi var. Sizdeki “Sözlü” den daha ileri, yıllardır “nişanlı” gibiyiz.
Bu son anlatılanlar, Nasrettin’i etkiler. Nasrettin’in Nastya’ya bakışı, yaklaşımı ve sorularının tonları da değişir. Daha olgun ve “sahipli” bir kişi ile sohbet ettiğini anlayınca, kendi hayatı ve evlilik hayatı ile ilgili konularda da biraz daha rahat cevaplar vermeye başlar.
Artık önceki ilgi, arkadaşlığa dönüşmektedir.
Nastya, nişanlısı ile birlikteliğinin kısa nedenlerini anlatıp, evlenince de, mutlu olabileceklerinden emin bir tavırla, onun da şu anda kuzey kutbunda incelemeler yapmak için seyahatte olduğunu söyler. Kelimelerinde sevgi artı güven vardır. Biraz da hayranlık ve özlem gizli gibi.
Nasrettin de kısaca, ilk hanımı ile evlilik hikâyesini anlatır.
“Çocukluk döneminin bitişi de denilebilir. Oyun oynarken bir gün, diğer oyun arkadaşlarından kopup, tenha bir köşeye geçtik. Omu beni çekti veya ben mi onu, halen bilemiyoruz. Saklambaç, kovalama, yakalama türü bir şeydi. Yakaladığımda, ben biraz belden üst, bir yerlerine dokundum. – dokunuyordum. Çevrenin dikkatini çekmeden, dereye gittik. Bu bölümü iyi hatırlıyorum. Belden aşağı dokundurtmadı ama belden üstü serbest bırakmıştı. Ondan sonra, evlilik konumuz gündeme gelene kadar, yıllar boyu birbirimiz ile hiç ilgilenmedik. Daha doğrusu, öyle bir niyetle baş başa hiç kalmadık. Kalmak içinde ortam yaratmadık.
Ben medresede -eğitimde olduğum yıllarda, ilçemizden bir başka kız severdim. Düşlerim hep o kız ile, onunla süslü idi. Bizde evlilik yaşı, o yıllarda daha da düşüktü. Dünürcüleri oldu ve hepsini geri çevirdi. Ben de eğitimimi tamamladıktan sonra, böyle bir isim koymayı diliyordum. Tabi evlenmek istiyordum. Medresede ziyaretime gelen bir yakın akrabam, başka bir kızdan bahsetti. Ekonomik olarak ta ilçenin en iyilerinden. Ben de, akrabamın da tanıdığı diğer kıza ilgimi anlattım. Düşüncelerimi söyledim. Akrabam ilçeye dönüşünde, “yemez – içmez” bunu çok kişiye anlatır. Kız verimkâr olan, kızları ile benim ile evlenmemi isteyen ailede, bu durumu, gurur vesilesi yapar. “Biz kızımızı vermek istedik, Nasrettin istemedi, almadı!”
Sevdiğim kızın ailesine ve kıza çeşitli seçenekler sunarlar. Benden haber beklenir ve ben medrese, tahsil derdindeyim. Hiç olmayacak birisi ile, o kızın evlenmesini sağlarlar. Sevdiğim kız, başkası ile evlenir.
Kasabada bir düğünde, eski aşkım kız oynarken, seyrettim uzaktan. Dönüşte, çeşme başında ilk hanımımı gördüm. Ve yine, hangimiz yönlendirdi bilmiyorum. O dereye birlikte gittik. Artık ikimizde çok büyümüştük. Onun isteyeni az oldu herhalde ki, halen evlenememişti. Aramızda mesafe var. Karşılıklı oturduk. Biraz sohbet ettik. “Senden başka hiç kimse ile bu dereye gelmedim ve senden başka hiç kimse daha bana dokunmadı.” Dedi. Tekrar bir araya gelmedik. Bir ay sonra evlenme kararı aldım.
O günden bu yana, üstüne de iki kız almama rağmen, halen benim en yakınım o dur.”
Ve daha sonra, Nastya’nın fazla meraklandığını - merak ettiğini görünce, “Benim hanım çok güzel, koyun etinden tandır kebabı yapar. İşe ara verildiği bir gün, (Türkmen Tercüman’ı) göstererek, birlikte konuğum olunuz. Bahçedeki ocakta, hanınım yapacağı bir tandır kebabını birlikte yiyelim. Hem de aile bireylerimi daha yakından tanımış olursunuz.
Tabi bu davet memnuniyetle kabul edilir. Uygun bir gün beklenilecek, bir gün öncesinden haber verilecektir.
Heyet üyeleri Nasrettin’i çağırırlar. Hep birlikte, diğerlerinin yanına varılır.
Bazı denemeler ve daha sonra gelince kontrol için, üç adet küçük havuza ihtiyaç vardır.
Bunu en iyi ve kısa sürede kim yapabilir? İlçede usta kimler var? Nasrettin’e sorarlar.
Nasrettin; “Benim bağ evini de yapan Laz Uşakları (*) şu an ilçedeler. Onlar tam istediğinizi yaparlar. Şimdi burada bir ev yapıyorlar. O inşaata kısa bir ara vermeleri lazım.”
O gün gölden biraz erken ayrılırlar ve Hoca’nın evinden önce, bahsi geçen inşaata uğrarlar. Ustaları bulurlar. İhtiyaçları olan havuz detaylarını anlatırlar. Ustalardan birisi; “Bu işin, hangi uygun malzemeden olacağını ve istediğiniz teknik özellikleri de sağlayacak, Kayseri Muncusun’lu bir taş ustası arkadaşımız da var.” Deyip, onu da görüşmeye katarlar. Nihayet bu havuzun “kabala” yapımını da üstlenirler.
…
Akşam, hocanın evi rahatlamıştır. Hanımların hepsi, “Rus Kızı nişanlı imiş” diye, sadece birbirlerine söylemekle kalmaz, çevreye de bu haberi yayarlar.
…
Ertesi gün, kafile başkanı Nasrettin’e bir konuyu aktarır. “Kızıma Isparta’da bir kuzu hediye etmişler. Bunu mutlaka Rusya’ya götürmek istiyor. Gidene kadar, bu kuzu senin bahçende kalabilir mi?” Aldığı cevap olumlu olur.
Ve yine o gün, Lazlar Nasrettin Hoca’ya gelirler. “Biz ilçe'de bir iş aldık mı, yemeği de işverene ait olur. Bu kabala iş'te, işverenin yemek verme imkânı yok. Bizim dışımızda, yanımızda adamlar çalışacaklar. Ayrıca bir de yemek yapamayız. Bizim arkadaşların iş yaptıkları yerlerden, yemeklerini en çok beğendikleri sizin ev. Hanımınız kabul ederse, verdiğimiz sayıda kişiye yetecek yemeği hazırlasınlar. Kapıdan, biz çocuklara aldırırız. Uygun ücretini de toptan öderiz. "
Akşam, her iki konuyu da Nasrettin, diğerlerinin yanında büyük hanımına açar.
Hanımının cevabı; “Şimdi biz, heyet başkanının hanımı ve kızı ile de tanışmış olacağız. Senin şu yemek davetine, bunları da katmak zorundayız. Misafir, kısmeti ile birlikte gelir. Kısaca, yemek davetinde iki kişi değil, tüm heyet ve heyet başkanının ailesi olacak. O gün, koyun kesmemiz lazım.
Göldeki inşaat süresince, yemek yapma konusunda da, seni utandırmayız!"
Tüm hanımlar da bu görüşü onaylarlar.
…
Göldeki çalışmaların normal akışta tamamlanmasına yakın, sözü geçen davet verilir.
Katılımcılar; Konuk heyetin tamamı, başkanın ailesi, Laz Usta ve Muncusun’lu Taş Ustası da vardır.
O günlerde, ilçede sünnet düğünü yapmaya gelen, Kırşehir Abdalları Saz Ekibi, düğün arasında bir saatliğine, düğün sahibinin izin ve jesti ile bahçeye gelirler. Çalgıcılar, hem Anadolu ezgileri ve hem de oynak havalar çalarlar. Gecenin en enteresan anısı ise, Heyet Başkanı ve hanımı, Nasrettin Hoca ve Nastya’nın, dörtlü çiftetelli oynamaları olur. Nasrettin’in hanımları da bunlara, kenardan, alkışlarla tempo tutarlar.
Yemek bitiminde, heyet başkanının teşekkür konuşmasından sonra, Nasrettin Hoca söz alır. Önce, hanımlarına açık teşekkür eder. Arkasından, böyle iyi insanlarla bahçesinde, Tanrı Nimetleri’ni paylaşma fırsatı verdiği için, Allah’a Şükreder.
Konuşmasını şu cümlelerle tamamlar:
"Bir Köyde, bir kasabada, bir şehirde, bir ülkede, bir kıtada, tüm insanların iyiliği için, çalışan, düşünen, bunları özleyen iyi insanlar vardır. Bunların kafaları, gönülleri hep iyi yönde çalışır. Bir de bunun tersi olanlar vardır. Köyünde, kasabasında, ilinde, ülkesinde bazı insanların kötülüğünü isteyenler. Hep bunun için çalışanlar, bunun için düşünenler. Allah bunların kötülüklerini fazla bulunca, haddi aştıklarını görünce, yüreklerinde bazı bölümlerin pencerelerini bu dünyada kapatmıştır ki, öbür dünyada “kul hakkı” ile karşıma gelenler, af dilemeye neden bulamasınlar diye.
Bugün, ülkemin ve bir komşu ülkenin çeşitli illerinden – bizim gölümüzü iyileştirme için - gelen bu iyi insanları, bu küçük bahçede bir arada bulunduran ve tatlı anlar yaşatan Allah’ım. Sana Çok Şükürler olsun. Anadolu’da kazananlar hep, tüm insanlığı, Anadolu bahçesinde mutlu olarak görmek isteyenler olsun. Anadolu, dönem dönem bu insanların buluşma noktası olsun.”
28 Eylül 2011 Çarşamba.....
(Başka dile çeviri yapanlara not : )
"LAZ UŞAKLAR" Bir deyimdir. Çok kullanılır. Lazlar'da "Bizim Uşaklar" derler.
Cesur, yaptığı işi iyi yapan, becerikli, sözünün er'i anlamındadır.
Çeviri yaparken bunu, sözlükteki "UŞAK" ile karıştırmayınız.
LAZ ÇOCUKLAR - LAZ GENÇLER veya "LAZLAR" diye çevirmek daha doğrudur.
LAZ = Türkiye'nin daha çok Karadeniz kıyısında yaşayan, bir Türk etnik grup.
Buradaki Türk deyimi, Türkiye Cumhuriyetini, "Birlikte Kuranlar" anlamındadır.
Etnik olarak Türk veya değillerse bile, Türklerle tam bütünleşmiş ve Türkiye'nin en iyi müteahhit ve yatırımcılarının olduğu bir grup. Kısaca, Karadeniz iklim özelliklerini taşıyan, biraz hızlı düşünüp, hızlı hareket eden ve Anadolu'da çok sevilen, güvenilen insanlar.
TAZE BAHARIM!.. YORGAN GiTTi, KAVGA BiTTi...
YORGAN GİTTİ, KAVGA BİTTİ!...
Nasrettin Hoca’nın iki eşi ile olan çeşitli olayları hep anlatılır.
En meşhur olanı ise; Mavi Boncuk.
Nasrettin Hoca her iki hanımına da, birbirlerinden habersiz, mavi boncuk verir ve diğer hanımına bunu söylememesini tembihler.
İki hanım, bir gün, Nasrettin Hoca evde yokken tartışırlar.
Tartışma konusu; “Beni daha çok seviyor!”
Bu tartışma üzerine Nasrettin Hoca eve gelir ve Nasrettin’e sorarlar:
- Hangimizi daha çok seviyorsun?
Hoca yutkunur, cevap vermek istemez.
Hanımlar sıkıştırırlar.
Hoca her ikisine de şöyle candan bakar, her bakışta hanımlardan birisi daha çok umut lanır.
Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken söyler:
- Mavi boncuk kimde ise, benim gönlüm ondadır.
. . .
Nasrettin Hoca’nın az bilinen yönü ise, üçüncü hanım.
Yani, Nasrettin daha sonra, genç bir kız ile de evlenmiştir.
Eş sayısı üç olmuştur.
Bu olayın kısa hikâyesi de şöyle;
Nasrettin Hoca’nın ikinci eş olarak aldığı kadını, Nasrettin’in ilk eşi daha baştan sevmemiş.
Normalde, ilk eşin rızası alınmadan ve gönlü edilmeden, ikinci eş alınamaz.
O dönem, genellikle de ikinci eşi, birinci eş bulur muş.
İkinci eş daha çok, birinci eşin sözünü dinler, ev işlerini yapar, ilk eşte, çocuklarına daha çok zaman ayırıp, bağ bahçe işleri ile ilgilenirmiş.
Bu yeni kadının bazı tavırlarına, ilk eş bir türlü alışamamış.
“Kasabadan, baştan kimseyi beğenmemiş ve sonra evde kalmış. Evlenememiş. Evlenmemiş. Yaşı biraz ilerleyince de, Nasrettin Hoca’yı o baştan çıkarmış! “ İlk hanımın bakışı böyle ama ikinci hanım güzel de! Biraz da kıskanırmış.
İlk hanımın, halasının kızının komşusu bir genç kız, her gittiğinde onu çok iyi karşılar ve ona iltifatlar edermiş. Hocayı görünce de, onun entelektüel esprilerini duymak için, yanına yakın durur ve hocaya laf atarmış. Bu eve, sevmediği kuması ile birlikte gittiklerinde de, ortaya atılan konularda, hep bundan yana olurmuş.
İlk hanım, birazda gayret göstererek, bu kızın gönlünü etmeye çalışır. Nihayet Nasrettin Hoca’ya, gönlüne göre bir eş... Kendisine de, anlaşabileceği bir kuma bulmuştur. Aslında kuma değil, kızı gibi görmektedir. Nasrettin Hoca’ya konuyu açar. Hocanın da hoşuna gider de… Hem kızın ailesi ve hem de, konu komşu bu işe ne der? Kız çok genç!
Bir de kıza, şaka yollu konuyu açar. Kız güler;
- “Üçümüzü birden idare edebilir mi?” diye sorar.
Nasrettin’in hanımı;
- “Vallaha o, üçü de idare eder dördü de…” cevabını verir.
Bu espri, Nasrettin’in de, kızın da kafasına takılır. Artık birbirlerini daha yakından incelemektedirler. Eskisi kadar rahat, birbirlerine şaka yapamamaktadırlar.
Aradan üç ay kadar süre geçer ve yeni bir gelişme olur.
Kızın babası, kızının yaşına yakın birisini eve, annesinin üstüne, ikinci eş – kuma olarak getirmek istemektedir.
Kız buna sert tepki gösterir.
- Eğer benim yaşımda, o kız ile evlenirsen, ben de Nasrettin Hoca ile evlenirim. Giderim “beni al.” Derim.
Kızın babası, şaka-espri olarak söylediğini düşünür.
Babası kızgınlıkla;
—Tamam, git sen de onunla evlen. Evde daha huzurlu oluruz!
Bu söz üzerine kız bohçasını toplar, Nasrettin Hoca’nın evinin yolunu tutar.
Akşam yemek saatinde, Nasrettin’in evine varır, onlar da sofraya davet ederler.
Bunlarla birlikte yemek yer. Yemek sonrası, Nasrettin Hoca’nın ilk hanımı ile evin ikinci katında bir odaya çıkarlar. Olayı, olduğu gibi anlatır.
Kadın, şaşkınlığı geçince, odadan aşağı iner ve Nasrettin’e;
- Annen seni Bayram Günü doğurmuş!
Deyip, öteki hanım duymadan, bir köşede konuyu Nasrettin’e anlatır.
İkinci hanım kumasına da;
— Halamın kızı beni oturmaya davet etmişti. Hadi oraya gidelim. Bu gün belki de orada yatarız.
Diyerek, hanım daha bir şey anlamadan, bunlar evden çıkarlar.
…
Kız ile Nasrettin baş başa kalırlar.
Biraz hoş sohbet ve esprilerden sonra, bunlar yatağa girerler.
Yatağa giren ne yaparsa, onu yapmak için kerkeneceği sırada, dışardan bir gürültü-patırtı ve kavga sesi gelir. Ama öyle ki, başka konuya odaklanmayı önleyecek boyutta.
Gürültünün geçmesini biraz beklerler…
Yine tam kerkeneceği sırada, bu sefer daha büyük gürültü, tartışma ve bazı şeylerin birbirine çarpması gibi sesler gelir.
Nasrettin merak eder.
Fakat çıplak. Üzerini giymeye de erinir. “Nasıl olsa gece vakti. Damdan bakacağım.” Diye düşünüp, yorganı sırtına alıp, eli ile önden de tutarak dışarı çıkar ve oradan yan dama geçer.
Biraz ilerde, kalabalık iki grup tartışmaktadır. Ellerinde sopalar. Birileri de onları ayırmaya çalışmaktadırlar.
Bu arada, muzip birisi Nasrettin Hoca’yı dam da o vaziyette görünce, çıplak olduğunu anlayıp, merdiven ile dama çıkar ve uzanarak Nasrettin’in üzerinden yorganı, hızla çekip alır. Merdivenden inerek, yorganla birlikte kaçar.
Nasrettin Hoca, bir anda çıplak olduğunu unutup, yorganı geri almak için adamın peşinden merdivenden inip, adamı kovalamaya başlar.
Kavga edenlerde, onları ayıranlar da, Nasrettin’in o haline gülerler. Ve o kalabalık dağılır.
Nasrettin Hoca çıplak olduğunu anlayınca, kovalamaktan vazgeçip, sağını – solunu, önünü -arkasını kapatarak, eve tekrar gelir ama aşağıda ilk giriş kat ve ana kapı kapalı, arkadan sürgülüdür.
Yeni eş, diğer hanımların geldiğini sanıp, üst kattan bakar ki, aşağıda Nasrettin ve çıplak!...
Hemen aşağı iner, kapıyı açar, Nasrettin’i de o halde görünce, o şaşkınlıkla…
- Kavga ne imiş? Ne kavgası imiş? Kavgaya ne oldu? Yorgan nerede?
Diye sorunca:
— Vallahi taze baharım!.. Benim taze baharım. Ne olduğunu ben de anlayamadım. “Yorgan Gitti, Kavga Bitti.” Der........
06/26/2011
Nasrettin Hoca’nın iki eşi ile olan çeşitli olayları hep anlatılır.
En meşhur olanı ise; Mavi Boncuk.
Nasrettin Hoca her iki hanımına da, birbirlerinden habersiz, mavi boncuk verir ve diğer hanımına bunu söylememesini tembihler.
İki hanım, bir gün, Nasrettin Hoca evde yokken tartışırlar.
Tartışma konusu; “Beni daha çok seviyor!”
Bu tartışma üzerine Nasrettin Hoca eve gelir ve Nasrettin’e sorarlar:
- Hangimizi daha çok seviyorsun?
Hoca yutkunur, cevap vermek istemez.
Hanımlar sıkıştırırlar.
Hoca her ikisine de şöyle candan bakar, her bakışta hanımlardan birisi daha çok umut lanır.
Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken söyler:
- Mavi boncuk kimde ise, benim gönlüm ondadır.
. . .
Nasrettin Hoca’nın az bilinen yönü ise, üçüncü hanım.
Yani, Nasrettin daha sonra, genç bir kız ile de evlenmiştir.
Eş sayısı üç olmuştur.
Bu olayın kısa hikâyesi de şöyle;
Nasrettin Hoca’nın ikinci eş olarak aldığı kadını, Nasrettin’in ilk eşi daha baştan sevmemiş.
Normalde, ilk eşin rızası alınmadan ve gönlü edilmeden, ikinci eş alınamaz.
O dönem, genellikle de ikinci eşi, birinci eş bulur muş.
İkinci eş daha çok, birinci eşin sözünü dinler, ev işlerini yapar, ilk eşte, çocuklarına daha çok zaman ayırıp, bağ bahçe işleri ile ilgilenirmiş.
Bu yeni kadının bazı tavırlarına, ilk eş bir türlü alışamamış.
“Kasabadan, baştan kimseyi beğenmemiş ve sonra evde kalmış. Evlenememiş. Evlenmemiş. Yaşı biraz ilerleyince de, Nasrettin Hoca’yı o baştan çıkarmış! “ İlk hanımın bakışı böyle ama ikinci hanım güzel de! Biraz da kıskanırmış.
İlk hanımın, halasının kızının komşusu bir genç kız, her gittiğinde onu çok iyi karşılar ve ona iltifatlar edermiş. Hocayı görünce de, onun entelektüel esprilerini duymak için, yanına yakın durur ve hocaya laf atarmış. Bu eve, sevmediği kuması ile birlikte gittiklerinde de, ortaya atılan konularda, hep bundan yana olurmuş.
İlk hanım, birazda gayret göstererek, bu kızın gönlünü etmeye çalışır. Nihayet Nasrettin Hoca’ya, gönlüne göre bir eş... Kendisine de, anlaşabileceği bir kuma bulmuştur. Aslında kuma değil, kızı gibi görmektedir. Nasrettin Hoca’ya konuyu açar. Hocanın da hoşuna gider de… Hem kızın ailesi ve hem de, konu komşu bu işe ne der? Kız çok genç!
Bir de kıza, şaka yollu konuyu açar. Kız güler;
- “Üçümüzü birden idare edebilir mi?” diye sorar.
Nasrettin’in hanımı;
- “Vallaha o, üçü de idare eder dördü de…” cevabını verir.
Bu espri, Nasrettin’in de, kızın da kafasına takılır. Artık birbirlerini daha yakından incelemektedirler. Eskisi kadar rahat, birbirlerine şaka yapamamaktadırlar.
Aradan üç ay kadar süre geçer ve yeni bir gelişme olur.
Kızın babası, kızının yaşına yakın birisini eve, annesinin üstüne, ikinci eş – kuma olarak getirmek istemektedir.
Kız buna sert tepki gösterir.
- Eğer benim yaşımda, o kız ile evlenirsen, ben de Nasrettin Hoca ile evlenirim. Giderim “beni al.” Derim.
Kızın babası, şaka-espri olarak söylediğini düşünür.
Babası kızgınlıkla;
—Tamam, git sen de onunla evlen. Evde daha huzurlu oluruz!
Bu söz üzerine kız bohçasını toplar, Nasrettin Hoca’nın evinin yolunu tutar.
Akşam yemek saatinde, Nasrettin’in evine varır, onlar da sofraya davet ederler.
Bunlarla birlikte yemek yer. Yemek sonrası, Nasrettin Hoca’nın ilk hanımı ile evin ikinci katında bir odaya çıkarlar. Olayı, olduğu gibi anlatır.
Kadın, şaşkınlığı geçince, odadan aşağı iner ve Nasrettin’e;
- Annen seni Bayram Günü doğurmuş!
Deyip, öteki hanım duymadan, bir köşede konuyu Nasrettin’e anlatır.
İkinci hanım kumasına da;
— Halamın kızı beni oturmaya davet etmişti. Hadi oraya gidelim. Bu gün belki de orada yatarız.
Diyerek, hanım daha bir şey anlamadan, bunlar evden çıkarlar.
…
Kız ile Nasrettin baş başa kalırlar.
Biraz hoş sohbet ve esprilerden sonra, bunlar yatağa girerler.
Yatağa giren ne yaparsa, onu yapmak için kerkeneceği sırada, dışardan bir gürültü-patırtı ve kavga sesi gelir. Ama öyle ki, başka konuya odaklanmayı önleyecek boyutta.
Gürültünün geçmesini biraz beklerler…
Yine tam kerkeneceği sırada, bu sefer daha büyük gürültü, tartışma ve bazı şeylerin birbirine çarpması gibi sesler gelir.
Nasrettin merak eder.
Fakat çıplak. Üzerini giymeye de erinir. “Nasıl olsa gece vakti. Damdan bakacağım.” Diye düşünüp, yorganı sırtına alıp, eli ile önden de tutarak dışarı çıkar ve oradan yan dama geçer.
Biraz ilerde, kalabalık iki grup tartışmaktadır. Ellerinde sopalar. Birileri de onları ayırmaya çalışmaktadırlar.
Bu arada, muzip birisi Nasrettin Hoca’yı dam da o vaziyette görünce, çıplak olduğunu anlayıp, merdiven ile dama çıkar ve uzanarak Nasrettin’in üzerinden yorganı, hızla çekip alır. Merdivenden inerek, yorganla birlikte kaçar.
Nasrettin Hoca, bir anda çıplak olduğunu unutup, yorganı geri almak için adamın peşinden merdivenden inip, adamı kovalamaya başlar.
Kavga edenlerde, onları ayıranlar da, Nasrettin’in o haline gülerler. Ve o kalabalık dağılır.
Nasrettin Hoca çıplak olduğunu anlayınca, kovalamaktan vazgeçip, sağını – solunu, önünü -arkasını kapatarak, eve tekrar gelir ama aşağıda ilk giriş kat ve ana kapı kapalı, arkadan sürgülüdür.
Yeni eş, diğer hanımların geldiğini sanıp, üst kattan bakar ki, aşağıda Nasrettin ve çıplak!...
Hemen aşağı iner, kapıyı açar, Nasrettin’i de o halde görünce, o şaşkınlıkla…
- Kavga ne imiş? Ne kavgası imiş? Kavgaya ne oldu? Yorgan nerede?
Diye sorunca:
— Vallahi taze baharım!.. Benim taze baharım. Ne olduğunu ben de anlayamadım. “Yorgan Gitti, Kavga Bitti.” Der........
06/26/2011
Subscribe to:
Posts (Atom)